Psişik yapımız, düşünceleri ve kavramları irdelemek yerine, onları olduğu gibi kabullenmeye daha yatkındır. İnsanın huzuru varken, şüphenin irdelemesi huzursuzluk getirdiği için, inanç hep baskın çıkmıştır insan yaşamında.
Her şeyin bir bedeli olduğu gibi, bu yapay huzurunda bedelini çoğu zaman fazlasıyla ödüyoruz. İrdelemeden inanılan bilgiden doğan, bir çok kısır döngünün getirdiği “ körlüğün “ temelinde yatan nedeni, bilgi ufkumuz genişledikçe yavaş yavaş kavramaktayız.
Tüm bunlara karşın, çok azda olsa, toplumsal şartlanmalara ve psişik olgumuza karşı çıkabilecek nitelikte insanların aramızda olması umut verici.
Bunların yanında bilimin de kendi içinde açmazlarının bulunduğunu belirtmek, yanlış olmayacaktır. Tamamen somut denebilen olgular dışında, bilimin her şeyi reddetmesi, tüm diğer düşünsel yaklaşımlara tepeden bakması da, B.Russel’in tanımladığı gibi “ aydın körlüğü “ dür.
Bunu en somut örneği, yüzyılımızın başlarında, hemen hemen tüm bilim dallarını sarsan ve kendilerini yeniden irdeleme durumuna zorlayan Kuantum Fiziği ile Hologram tekniğinin temelinde yatan düşündürücü buluşlardır.
Konumuz olan hologram kavramının biyoloji, fizik, elektronik ve nöroloji gibi birçok temel bilim dallarına yeni boyutlar, yorumlar ve bakış açıları getirdiğine tanık oluyoruz. Örneğin Hologram tekniğinden yararlanarak, beyin yapımızın daha iyi anlaşılması mümkün olmuştur. Buna bağlı olarak bellek, algılama, motorik sisteme bağlı bir takım sorunların açıklaması kolaylaşmıştır.
Düne kadar belirli bilginin, beynin belli bölgelerinde oluğu savının yanlışlığı anlaşılmıştır. Hologram kavramının ışığında, bilginin beynin her bölgesinde daha açık bir ifadeyle “ her nöronda “ olduğu görülmektedir. Sonuçta beyin holografik esaslara göre işlev gördüğü düşüncesi ağırlık kazanmıştır.
Zaman kavramı ise; evrenin holografik biçimde düzenlenmesi sonucu, her şey birbirine bağlıdır. Sonuçta var olan her şey birbirini etkilemektedir. Geçmiş-Şimdi-Gelecek, zaman dışındaki Holografik evrende bir aradadır. Bizler, çok yaygın bir içeriği olan hologramın sadece ilgi alanımız olan felsefi yönü ile yoğunlaşacağız.
İnsan, evrene, varoluşa, bunun neden, niçin ve nasıl olduğunu düşünmeye çalışan ve doğası gereği hep büyük bir merakla bakıp araştıran bir varlık. Bunlara bir anlam vermeye çalışırken, bu çabanın doğal sonucu inanç modelleri, felsefeler ve diğer dinler ortaya çıkmıştır.
Binlerce yıl içinde insan, düşünsel olarak bir çok bilinmeyeni kavrarken, kendisindeki gücü de fark etmiştir. O, mevcut olanların yaratıcısını, canlı doğanının hareket ettiricisini aradı. O’na kendi diliyle bir ad verdi. Kimi zaman göklerde, görücü, bilici. Kimi zaman kendi özünde, kimi zaman da bütün doğanın içinde olduğunu düşündü. Zamanın akışı içinde evrimleştikçe, her şeyin önemini ve varoluşun anlamını düşünceyle kavradığını fark etti. Bu düşünceler onu, soyutu somuta çevirmeye itti. Sonuçta bilim doğdu.
Son iki yüzyıldır bilimin, soyut düşünce ve onun kavramlarına pek itibar etmediğini de biliyoruz. Fakat bir de ortada duyulan, hissedilen, sezilen olgular var. Bunlar binlerce yıllardır insanlığın dikkatini çekmekte ve bunlara bir anlam aramaktadır.
En eskilerden başlayarak günümüze kadar meditasyon, zikr, çile gibi içe dönük ve disipline edilmiş düşünce biçimleri gelişmiştir. Bu yolda en çok başarılı olan Yoga felsefesinin yogistleri, mistikler ile Ortadoğu’da tasavvuf adını alan bu felsefenin ERENLERİ’dir. Aşkın düşünce sonucu oluşan durugörü, ne görenler tarafından anlatılabilmiş, ne de dinleyenler anlayabilmiştir. Soruna en güzel yanıt da “ Onu yaşayan bilir “ özdeyişidir. İşte bu gizem perdelerini aralayan soyut düşüncenin yanında, Bilimsel bulgular, onların pek de ütopik hayal ürünleri olmadıklarını ortaya çıkarmaktadır. Nitekim günümüzde dünyanın bir çok araştırma kurumlarında önceleri bilim dışı, irrasyonel olarak görülüp kenara itilen bu düşünceler araştırıldıkça, bulgularla anlam kazanmaktadır. Daha doğrusu buluş adını almakta ve rasyonelleşmektedir.
Bu nedenle hologramın bilim ve düşünce dünyasına getirdiği yeni araştırma ve bakış açıları çok çarpıcı. Her şeye karşın unutmamamız gereken şu olmalıdır. Çağdaş anlamda bilimi bilim yapan ana ilke, her şeyi olduğundan daha değişik bakış açısı ile incelemek, eldeki verilerle karşılaştırmaktır. Bununla da yetinmeyip neden böyle de, öyle değil sorusunu her zaman gündemde tutmaktır. Bu yöntemle elde edilen gelişim ve buluşların devamlılığını sağlayan ana faktördür. Yalnız bunlarla da yetinmeyip araştırmak, şüphe etmek, felsefenin bilime olan en büyük ve önemli katkısıdır.
Bilimsel ilke uyarısını önce, kendimize yol gösterici olarak, bir takım yanılgılardan kurtulmak ve yanlış anlaşılmayı önlemek için yararlı buldum.
Öncelikle, görme konusunu ele alalım. Görülen şeylerin farklılığı, elektromanyetik kuvvetin değişik dalga boylarından kaynaklanıyor. İnsanlarda görme sınırının kızıl ve mor ötesi arasında olduğunu biliyoruz. Fakat yüzyıllardır görünenlerin dışında, başka şeylerin de görüldüğü söylenmektedir. İşte bunlar bir gün “ kızılötesi ışınlar ve Kirlian fotoğraf teknikleri ile saptanmaktadır.” Ayrıca hayvanlar ve bitkiler dünyası da bizlere çok önemli ipuçları vermektedir. Öyle ki kızılötesi yöntemlerle çalışan kameralar ile, bir az önce yerinden ayrılmış ısı içeren cisimlerin ayrıldığı yerdeki fotoğrafı çekilebiliyor. Günümüzün sanaşı da bu teknikle yapılıyor. Gömülü olduğu halde, gündüz kendisinde toplanan ısının, gece yaydığı enerji dalgaları uçaklardaki kızılötesi kameralarla belirlenerek tek tek yok ediliyor.
Bu olgular bize, Hintlilerin Maya, Platon’un İdea, mistiklerin Hayal Dünya düşüncesini gözden geçirmemizin önemi vurguluyor.
Beynimiz konusunda bu güne kadar araştırma yapan bilim insanlarının “ Bilgilerimizin çok sınırlı “ olduğu gerçeğini içtenlikle belirtmeleri, bu konuda ileri sürülecek tezlere bir nevi uyarı olmaktadır. Belleğin işleyiş tarzı, anıların beynin her yerine, yani her nöronunda olduğu, algılamadaki esneklik bir takım yeteneklerin başka organlarca da yerine getirilmesi , bilgiler arasındaki bağlantıları yakalama, onlardan yeni bağlantı modelleri üretme yeteneğini, hologramın getirdiği yeni bakış açısı ile gördük. Bilindiği gibi yaratıcılığın kökeninde çeşitli verileri birbiriyle değişik biçimde bağlayarak yeni sonuçlar çıkarma olgusu yatar.
Hologram tekniğinin bizi ilgilendiren tarafının felsefi yönü olduğunu belirtmiştik. Hologram plakasındaki görüntünün, plaka ne kadar küçük parçalara ayrılırsa ayrılsın, o küçük parça görüntülendiğinde, bütünün görüntüsünü filu da olsam tam olarak görmekteyiz. Bu demek oluyor ki, sonsuz sayıda küçük parça bütünün aynısı ve onun içeriyor. Evreni büyük bir hologram plakası olarak düşünürsek, evrende var olan her şey, onun bütün bilgilerini bulabiliriz. Tasavvuftaki Tanrı-Evren BİR’liği düşüncesi bu yaklaşımlarla daha da güçlenir.
Evrende görülen çokluğun, TEK’in çeşitli görünümleri olduğu düşüncesi 2500 yıl gerilere gittiğimizde, Hintlilerin kutsal yazıları olan Mundaka Upanişat’ta şunları okuyoruz. “ çeşit çeşit olan nesneler, sadece Tanrının tezahürleridir. Bu sebeple sadece nesneleri tanımak yeterli değildir. Aynı şekilde, insanların bütün faaliyetleri de sadece evrensel yaradılış seyrinin safhaları olduklarından dolayı, sadece faaliyet göstermek de yeterli değildir. Bilge kişi bilgi ile HİKMET arasındaki farkı ayırt etmelidir. Bilgi nesnelere, faaliyetlere ve ilişkilere ait bir şeydir. Hikmet ise, sadece Tanrıya ait bir şeydir. “
Muhiddin-i Arabi ise; “ Görünen her şeyin sırrı, bir zerrenin sırrında saklıdır. Zerrelerden herhangi birinin sırrı çözülsün, işte o zaman görülecektir ki bütün evrenin sırrı meydanda.”
Hologram, İngiliz fizikçisi Dennis Gabor tarafından Fourier analizi adı verilen matematiksel teknik yardımıyla ilk kez açıklandığını biliyoruz. Davit Bohm ise evrenin de holografik biçimde davrandığını ( işlediğini ) ileri sürmektedir. Einstein’ın gözde öğrencisi olan Davit Bohm’a göre, görünen ve yaşanan düzenin ardında, zaman ve uzaydan bağımsız olan bir evren vardır, geçmiş, şimdi ve gelecek bu holografik düzendedir. Bu düşüncenin ışığında tekrar Muhiddin-i Arabi’ye dönerek onun da şu çarpıcı sözleri ile karşılaşıyoruz. “ Şu manaları da unutma, ezel şu andır, ebed şu andır, kıdem şu andır. Yani ezel, ebed, kıdem şu an içinde bulunduğumuz ve göz açıp kapayacak kadar bir zaman işinde elden çıkardığımız vakte sığdırılmıştır. İş bu vaktin içinde kendini ara. “
Diyebiliriz ki her şeyin özü aynı ve tek, fakat görünümü farklı.
Nedir, Neden, Nasıl, Nerede, Ne zaman, Hangi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder